21 Şubat 2012 Salı

Norveç Güncesi 2 | Oslo - Bergen - Oslo






Hafta sonları yataktan bile çıkmaya üşenen ben, litrelerce yüklü bir çanta ile yürümeye başlayınca nedense frenleri tutmaz hale geliyorum. Hazır daha şampiyonamız başlamamışken biraz olsun gezme düşüncesindeydim. Övüle övüle bitirilemeyen o meşhur tren seferini gerçekleştirmeyi kafama koymuştum: Norveç’in en büyük şehrinden, ikincisine…

İlk gecemi Oslo’da geçirdikten sonra sabah erkenden Bergen trenine yollandım. 8.11’de yola çıkan katar, yedi saate yakın bir sürede deniz seviyesinden başlayan, 1237 metre rakıma kadar yükselen ve tekrar deniz seviyesine inen bir güzergahı kat ediyor. Serin bir iklimde trene biniyorsunuz, birkaç saat sonra donuyorsunuz, sonrasında da yağmuru yiyince kendinize geliyorsunuz; işin özeti bu. Satır aralarında ise çok güzel detaylar var:

1222. Finse. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer. Kara yolu bile yok. Sadece trenler uğruyor buraya, kar örtüsü kalktığı dönemlerde de bisikletler… Özellikle kayaklı koşu için bulunmaz nimet. Kutup kaşifleri bile burayı antrenman için kullanmışlar. Ayrıca hemen dibindeki buz tutmuş göl sayesinde “sail ski” adı verilen yelkenli kayak da yapılabiliyor. Ülkenin en büyük buzullarından biri buraya çok yakın (Hardangerjökulen), yazın da bu buzul üzerinde yürüyüş yapmak, çevresinde dağ bisikleti sürmek popüler aktivitelerden.

Finse’deki on dakikalık yoğun tipili duraklamada birkaç kare fotoğrafı dahi zorlukla çekebildim. Biri de dünküydü işte, ıssız kar çölünü bir başına aşmaya çalışan cevval bir kayaklı koşucu...

Bergen yolculuğunda manzara gerçekten de eşsiz. Özellikle Finse’ye yaklaşırken, Geilo’dan sonrası kendinizi kutba doğru yol alıyormuş gibi hissediyorsunuz. Olimpiyat altını sahibi Lars Bystöl’ün memleketi Voss sonrasında da deniz etkisi doğayı tamamen ele geçiriyor. Gulf Stream ılımanlığı ve yüksek dağlar birleşiyor, fiyortların açık denize bakan bölgelerini yağmurla terbiye ediyor. En az yağmur aldığı mevsimlerden birinde Bergen’e gitmiş olmama rağmen, şehre varınca ilk işim sağanağın şiddetinden dolayı sağlam bir şemsiye arayışına girişmek oldu.

Güneşini göremediğim için bilemiyorum, lakin yağışlıyken çok kasvetli bir şehir. Karanlık, basık, bol sisli… İklim içimizi sıktı, amma velakin Bergen’in kültürel yapısı insanın içini bir anda aydınlatıveriyor. Limanın eski kısmı (Bryggen), Unesco’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Şehirdeki binaların bir tanesi bile dokuyla uyumsuz değil. Hiçbiri beton, yahut çelik yığını gibi görünmüyor hassas gözlere. (Zaten çoğu ahşap :)

Tüm bunların yanında, Karadenizli dostlar alınmasın ama hayatımda içtiğim en güzel çorbalardan birini orada içtim: Bergen balık çorbası.

Bergen’deki sayılı saat çabuk geçti ve eminim ki görmem gerekenin çeyreğini bile göremedim. Elden ne gelir, yine atladık trenimize. Bu kez yataklı vagonda gece yolculuğu. Yataklı vagon dediğime bakmayın, Oslo’daki Radisson Plaza’dan aşağı kalır yanı yok… Fiyat olarak! Siz siz olun, Norveç’te son gün tren bileti almayın. “Minipris” adını verdikleri kampanyalı biletler tükenmeden aldınız aldınız…

Dün gece 22.58 Bergen. Sonrasında sabahın ilk ışıklarında Oslo. Kale, opera binası ziyaretleri. Sonra trenle Drammen. Oradan otobüsle Åmot. Önce taksi ile konaklanılacak okulun yanlış binasına yolculuk. Bu tersliğin anlaşılmasından sonra bizzat okuldan bir yetkilinin gelip beni almasıyla şu anda bu tuşlara basabildiğim odaya kavuşabilmem… Özetin, özetinin, özeti...

Yarın Vikersund’da deneme atlayışları başlıyor. Karışmasın, antrenman atlayışları değil. Koşullar ve organizasyon test atlayıcılarıyla tecrübe edilecek. Ben de orada olmaya çalışacağım. Şimdilik bu kadar. Jokullmagic, Åmot’tan bildirdi. Merkez?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder