11 Ocak 2012 Çarşamba

UbermenSchlieri

Dört Tepe altmışıncı defa nihayete ulaştı. Avusturya’nın altın nesli, dört sene arka arkaya dört farklı ismi zirveye çıkartarak ulaşılması zor bir rekora imzasını atmayı başardı.

Altı yıl önce ilk kez yer aldığı ve birincilikle başladığı Dört Tepe yolculuğunda sonunda zirveye ulaşan gerçek bir tecrübe abidesi: Schlieri! En tepeye ulaştığı gün henüz 21’ini bile tamamlamamış gencecik bir insan evladı için nasıl da ironik bir cümle, değil mi? Mevzu "UbermenSchlieri" ise, bu tip ironiler teferruattır. Zirvede olmak da esas olandır, kayakla atlamayı yakından takip eden herkes bilir bu gerçeği. Dört Tepe’nin şampiyonluğunu çok istedi bu genç süperstar. Daha ilk sezonunda bile hedefi –o dönem bu kadar güçlü dillendirilmese de- zirveydi. Araya takım arkadaşları girdi; tecrübeli kurtlar, sakatlıklar onu arzuladığı noktadan bir ya da iki basamak geride bıraktı her seferinde. Sonunda, belki de en kötü başlangıçlardan birini yaşadığı hikâyesinde, Oberstdorf’daki jürinin “Yeniden başlasın” kararı ve muhalif havanın dengesiz şartları; şampiyonun hedefine yürüdüğü patikayı çizmişti belki de.

Kayakla atlama tarihinde kırılmadık rekor bırakmamaya ant içmişcesine kariyer basamaklarını çıkmaya devam eden bu genç sporcuyu, efsane olma yolunda kanlı canlı izleyebilmek bizler için kıymetli bir talih kuşu.

Havanın dönekliğinden kötü etkilenmiş olan veteran efsane Schmitt, ilk iki ayaktan sonra terk-i tur eyledi. Bu kararının ardından yağmur gibi yağan “Emeklilik yakın mı?” sorularına ise “Yarın yine güneş doğacak ve ben yine kayakla atlayacağım” yanıtını verdi. Vatandaşı Jens Weissflog’a göre hala saygınlığından hiçbir şey kaybetmiş değil eskilerin bir diğer efsanesi. “Amma, işler bazen farklı yürüyor” diye de ekliyor Dört Tepe’nin dört şampiyonluk sahibi Germen'i.

Salt Lake City’deki büyünün üzerinden on yıl geçmiş, benzer bir mucizeyi bir kez daha denemiş bizim Simi. Girişimi bu kez tam tahmin ettiğimiz şekilde neticelendi: İlk üç ayaktaki ortalama performansı ona kâfi gelmiş olacak ki, fırtınalı B’hofen semalarına gitmeye tenezzül bile etmedi. Yine de tura renk katmadı desek yalan laf söylemiş oluruz, formuna rağmen güzel bir performans sergilediği gerçeği es geçilmemeli.

Bir adam daha vardı, turu yarıda bırakıp kaçmaktan imtina eden: Kırık omurgasına rağmen hastane odasında duramayan, Oberstdorf sonrası kendisini ziyaret eden takım arkadaşlarını Ga-Pa’da desteklemeye koşan, “Bir futbolcunun penaltı kaçırması gibiydi, ekstrası da omurga kırığı. Shit happens. (Olur öyle[!])” diyerek yaşadığı olay ile makarasını geçen bir adam. Bu naifliği ve güçlü yüreği gördükten sonra, bir süre Tom Hilde’nin başarılı performanslarından uzak kalacağımız için üzülmemek elde değil.

Stöckl ve Schuster’in takımları turnuva süresince sezon başından beri sergiledikleri form grafiklerinden daha farklı refleksler gösterdiler. Norveç’in takıma yeni adapte olan isimleri nispeten güzel atlayışlar yaptılar. Bardal’in podyumu kıl payı kaçıran performansı ile bu gerçeği aynı potada eritirsek güzel bir tur geçirdiklerini söyleyebiliriz. Stöckl’a göre hala Avusturya takımı bir numara ve rakiplerinden gelen en ufak hatayı affetmeyen bir yapıları var. Adam haklı. Şu ortamda, Hilde’nin daha ilk ayakta yaşadığı talihsizliği de hesaba katarak; ilk Dört Tepe koçluk tecrübesinde iyi bir iş çıkardığını söylemem gerek genç koçun. Almanya’nın durumu ise biraz daha farklı; bu sezon parıldayan Freund ve Freitag, Dünya Kupası performanslarının gerisinde kaldılar. Hocke, Mechler gibi isimler ise beklenenden fazla katkı verdiler. “Başarı için komple bir atlet olabilmeli: Teknik, zihin ve fizik…” diyor Schuster. Freitag ve Freund bu üç alanın tamamında henüz yeteri kadar güçlü değildi. Sacın iki ayağı, podyum umudunu ayakta tutmayla kâfi gelemedi Almanya adına.

Japonya beklenmedik işler yaptı. Az kalsın Ito podyuma çıkacaktı! Bir jüri kararı, iki kötü telemark, bir kötü hava koşulları neticesi altıncılık tesellisi oldu. Takeuchi’den gelen ekstra katkı, ilk onda iki derece olarak döndü kendilerine. Çekler iyiydi. Koudelka, istikrarının karşılığını hakkıyla aldı. Polonya’da Stoch’tan başka hiçbir isim varlık gösteremedi. Finlandiya adına en başarılı isim de efsane Janne Ahonen’dan başkası değildi. Büyük şampiyon: “Emeklilik sonrası ilk turnuvam... Sonunda tribündeyim ve sıcak Mulled Wine (Üzüm suyu [!]) içebiliyorum rahatlıkla” diyordu keyifle. Elinde bardağıyla bile çıksa kapıdan, yapsa atlayışlarını, klasmandaki en iyi Fin sporcu olacaktı muhtemelen elini kolunu sallaya sallaya…

Özetle Tom Hilde’nin omuru, Lukas Hlava’nın burnu, Simi’nin gururu, Schlieri’nin şeytanın bacağı kırık. Walter Hofer’in kar küremekten beli tutuk. Bizler de bu seyir zevkini geride bırakmak zorunda olduğumuz için buruk…

Bir kez daha emeği geçen herkese teşekkürlerimizi gönderelim ve kayakla uçma sezonuna merhaba diyelim.

Bu arada, fotoğraftaki de bir Alex. Hem uçan, hem de uçuranından…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder