9 Mart 2011 Çarşamba

Bileydim...

Arabeski sevmem pek. Fatih Terim'in deyişiyle "okazyonal" durumlar haricinde de dinlemem. Lakin başlığı arabesk seçesim geldi, Oslo'yu en iyi anlatan şey arabesk çünkü... Ya da bence öyle ne bileyim.



1980'ler sonunda kayakla atlamanın doğduğu yerdi burası... Asker asker adamlar, hazırolda atlar, en uzağa gitmeye çalışırdı. Son "lan şunu bi krala gösterelim, adam beğenir bence" diye düşünen bir sivrizeka abimiz sporu geliştirmiş, krala göstermekle kalmamış (sporu), yarışmalar düzenlemeye başlamış zaman içinde...



Sonra kayakla atlama Avrupa'nın ortalarına yayılmış, "Onlar uçuyorsa biz kralını uçarız" diyen Alman ve Avusturya vatandaşlarınca sahiplenilmiş, İskandinavya ile sınırlı kalmamaya başlamış bu spor... Sonrası malum zaten, inanılmaz hikayeler, enfes yarışlar.

Oslo'da tarihte ilk kez 5 dalda madalya dağıtıldı. Kadınlar sahne aldı, geniş tepe ve normal tepe hem takım yarışı hem de bireysel yarış için kullanıldı. Avusturya damga vurdu, Norveç saçmaladı, Almanya tuhaf, FinAir garipti. Hepsini ayrı ayrı değerlendirelim madem.



Her şey Midstubakken'de başladı. Yani başlamış, biz sonradan gördük, fena sis vardı. Yukarıdan aşağısı, aşağıdan yukarısı gözükmüyordu, Eurosport'un İngiliz spikeri David Goldstrom böyle diyordu. Birkaç kez hesaplama çizgisini, birkaç kez rampanın ucunu kaçırdık, ama ilk gün bir şekilde geçti. Elemelerde sis ve rüzgar vardı elbet ama, esas sorun kadınlar yarışında bu sisin ayyuka çıkmasıydı.

Kadınlar yarışını herkes gibi ben de merakla bekliyordum. Son şampiyon Lindsay Van'i hiç anlatmamış, hiçbir yarışını izlememiştim mesela... Yine adeta gözümün önünde gelişen Coline Mattel'in neler yapacağını, Coc lideri Daniela İraschko'nun yeteneklerini, platonik bir hoşlantıyla bağlı olduğum pek muhterem Elena Runggaldier'i ve tabii ki listenin en genç ama antrenmanların en iyisi Sara Takanashi'yi görmek istiyordum...

Yarış garip başladı. Kimi rüzgardan, kimi de çıkışı ayarlayamadığından dolayı saçma sapan yerlere gitti. Ama tabii ki en ilginç olay, son şampiyon Lindsay Van'in k-noktasının 20 metre gerisine gidip direk dışarıda kalmasıydı. Atlayışından hemen sonra "Telemark bölümü ıslak ve çok kaygan" dedi, fakat bunun mesafesiyle ne alakasının olduğu hala anlaşılamadı...

Neyse efenim, sonuçta en güzel hikayelerden birisi vardı kadınlar kayakla atlamasından. Zakopane'de düşen, dizi dönen, kocaman bir "Acaba?!" ile kadroya alınan ve ilk turu birinci bitiren İraschko, hayatının en güzel anına atladı. Altın madalya alarak başladı Avusturya, biraz da "Nasıl başlarsan öyle gider" sözünü abartarak devam ettiler... İkinci eski dünya şampiyonu Runggaldier olurken, üçüncü de 15 yaşındaki Fransız Coline Mattel oluyor, herkesin istediği oluyordu biraz da...



Sonra her şey bu abilere kaldı... Son şampiyon olarak geldiler, her yerde şampiyon olup gittiler. Önce normal tepede bir Morgi-Koffi dublesi, ki aynısı Torino'da da vardı, ardından takım yarışında bir 25 puanlık fark, ardından geniş tepede Schlieri-Morgi dublesi ve son olarak tek turluk bir dominasyon, 500 puanla geçilen ilk turdan gelen bir altınla kapatılan geniş tepe takım yarışı...

Takım takım değerlendirme yapmak niyetindeydim, üstteki paragraf Avusturya'yı yeterince anlattı zağar.

Asıl Norveç'e gelmek istiyorum. Bütün sezon buna konsantre oldular, Kojonkoski bütün sezon çektiği sıkıntılara sırf Oslo için katlandı, ancak gayet sıradan iki takım performansı dışında baskıyla yüzleşemedi Norveçliler. Özellikle geniş tepede Anders Bardal ve Anders Jacobsen'in podyum sıralamasındayken ilk ona zar zor girmeleri, atmosferi kaldırmakta ne denli zorlandıklarını gösterdi belki de.

Özellikle Tom Hilde'den madalya bekleyen, takım yarışında Avusturya'yı geçmeyi ana amaç haline getiren Norveçli abilerimiz, "gününde bir" Bjorn Einar Romören'i de kullanamadılar. Belki de en ciddi sorun bu oldu. Uzun süre başını ağrıtabilir Romören'i dışarıda bırakma tercihi Kojonkoski'nin...

Tam bu noktada Anders Bardal'e bir paragraf, en olmadı birkaç cümle ayırmak zamanıdır bence. Kariyerinin belki de, hatta büyük ihtimalle son dünya şampiyonasında gösterdiği müthiş performans ile çok daha fazlasını hak etti Bardal. Alamadığı, hata yaparak kaybettiği bireysel madalya sonrasında gözlerim doldu desem yalan değil.

Ve tabii Almanya. Kampta Werner Schüster'in "Ben seni Severin, çok seni Severin" diyerek takımını hazırlaması tecrübeli abilerimizi bayağı gaza getirmiş olacak ki, hem sürekli ön plana çıkan Severin Freund'un üzerinde büyük bir baskı oluşmuş, hem de Alman takımında performanslar bayağı bir dengeli hale gelmişti. Geniş tepedeki Uhrmann performansı, normal tepe takım yarışında Severin'in çotaa diye düşmesi anca bundan dolayı olabilir, başka açıklaması yok. Onlar da istediklerini aldılar bir anlamda. Sadece ikinci turu iptal edilen ve 0.5 puan geride kalarak Slovenya'ya kaybettikleri geniş tepe bronzu sinir bozucu olsa gerek... Ha bir de Uhrmann'ın bırakışı...

FinnAir... Özellikle kayakla atlama sever, aslında tüm sporları çok sever bir takipçimizin, Mustafa Çakar'ın özel isteğiydi bir FinnAir değerlendirmesi, lakin onu Jokullmagic yapsa sanırım daha makbul olacak. Tarihteki en kötü takım yarışı sonuçlarını aldılar 8. olarak normal tepede. Matti'nin takım yarışındaki ve Anssi'nin normal tepe bireyseldeki performansları dışında dişe dokunan bir performansları yok belki de...

Seneye Janne Ahonen olmayacak artık. Büyük bir stres kalkıyor bence Pekka Nimelae'nin üzerinden. Maske olmasa, onu takıma alma baskısı olmasa belki daha formda, daha genç birisi girecek takıma. Ancak doğal olarak Janne'yi almak zorundasınız, bundan kaçış yok. Şimdi daha formda bir takım kurma fırsatı olacak Nimalae'nin elinde. Ville Larito'nun "iyi" dönüşü, Matti'nin söylentileri söylenti olacak bırakarak devam etmesi, Olli Muotka'nın tecrübe kazanması ve Anssi Koivuranta'nın iyice kayakla atlamaya ısınması, gelecek sezon ilk üç takımı haline getirebilir belki de Finlandiya'yı.

Pekka Nimelae çok iyi bir koç. Elindeki malzemeyi en iyi kullananlardan. MTV3 sitesinde okumuştum, Soçi'de altın hedefi var. Soçi'ye üç yıl var daha, o üç yıldı Fin koç bir kez daha altına götürebilir Finlandiya'yı...

Ve tabii bırakanlar... Bileydim diye başlık atmamın sebebi sadece budur, haberiniz olsun. Bileydik hiç başlamazdık şampiyonaya be Adam... Ya da daha iğrençleşeyim, "Sporu bırakırsan rahat korlar mı Adam seni?"

Yok yok, ben yazmayayım daha iyi. Şu noktada olay benden çıkıyor çünkü. Daha 1.5 senedir anlatıyorum, bana düşmez veda yazıları... Onur Salman'dan isteyelim, bakalım bir boşlukta çıkarabilir mi... Kim bilir, belki sezon sonunda bir başka Onur Salman yazısı koyarız bloga...

Eyyorlamam budur sevgili okurlar. Artık sezonun geri kalanının keyfini çıkarma vaktidir. Az kaldı, iyi izleyin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder